Transatlantik: Trump nasıl başladı? | Unuttuğumuz Suriye | Gazze ateşkesi

22.01.2025 medyascope.tv

22 Ocak 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi akşamlar. ‘Transatlantik'le karşınızdayız. Washington'da Gönül Tol ve Ömer Taşpınar ile dünyayı, ama daha çok ikinci Trump dönemini konuşacağız. Arkadaşlar, merhaba.
Gönül Tol-Ömer Taşpınar: Merhaba.

Ruşen Çakır: Gönül, önce Gazze'deki ateşkesi konuşalım, senin o konuya özel olarak ilgin de var. Türkiye'de çok şey olduğu için dünyaya pek bakamıyoruz; malûm, burası altüst oldu. Gazze'de ateşkes sanki yolunda gidiyor gibi. İkinci tur da başlayacak diye okudum. Hakikaten öyle mi? Bir de tabii orada çok önemli bir soru var: Bu ateşkesi Trump mı, Biden mı, yoksa ikisi birden mi yaptı? Anladığım kadarıyla ikisi de bunu sahipleniyor.
Gönül Tol: Evet, kendi koalisyon partnerlerinden ateşkes anlaşmasını imzalamaması konusundaki baskıya rağmen, Netanyahu'nun bunu imzalamasının sebebi, bence Trump faktörü. Geçen haftaki programda https://medyascope.tv/2025/01/15/gazzedeki-ateskes-sureci-video/ bunu konuşmuştuk zaten. Trump'ın özel temsilcisi Steve Witkoff’un Netanyahu'ya çok baskı yaptığını ve hatta neredeyse tehdit ettiğini, “Eğer bu ateşkese ‘tamam’ demezsen, senin için de çok ciddi sonuçları olacak” dediğini biliyoruz. Biden aylardır bunu deniyor. Biz aylardır ‘’ateşkes şimdi imzalandı, yarın imzalanacak’’ diye sürekli bu haberleri okuduk ama bir yere varılmadı. O yüzden ben bu konuda Trump’ın kredi almasını anlayabiliyorum ve Trump faktörüyle açıklıyorum. Zamanlamayı Hamas açısından da şöyle değerlendirmek bence doğru olur: İsrail geçen yılın son aylarında Hizbullah'la bir ateşkese vardı ve bu da Hamas'ı, askeri olarak Hizbullah'ın desteği olmadan daha da zor bir durumda bıraktı. Bence Hamas bu nedenle ateşkese “Tamam” dedi.
‘’Ateşkes ne durumda, sağlıklı ilerliyor mu?’’ sorusuna, ben senin kadar iyimser “Evet” diyemiyorum. İlerliyor gibi görünüyor. Hamas kendi elindeki üç rehineyi bıraktı ve İsrail'in hapishanelerinde tutulan Filistinli rehinelerden 90’ı bırakıldı. Şimdi önümüzde 6 haftalık bir süreç var. Bu 6 haftalık süreçte, İsrail'in, Gazze'nin belli noktalarından çekildiği söyleniyor, insani yardımının girmesi planlanıyor, Gazze'de -artık evlerinden geriye ne kaldıysa- evlerine dönmeye çalışan insanlar var. Ama diğer taraftan beni endişelendiren şey şu: Ateşkesin imzalanmasından bu yana, Batı Şeria'da çok ciddi bir İsrail operasyonu ve şiddet eylemleri var. Oradaki yerleşkecilerin Filistin halkına uyguladığı şiddet eylemleri söz konusu. Bence bunun zamanlamasını da şöyle açıklamak mümkün: Netanyahu şu anda koalisyon partnerlerinin eleştirisi altında. Hatta bir tanesi koalisyondan ayrıldığını söyledi. Bir diğeri, Finans Bakanı ve aynı zamanda Batı Şeria'nın sözde Valisi ve o da koalisyondan ayrılmakla tehdit etti. İlk koalisyon partnerinin ayrılmasına rağmen, Netanyahu koalisyonunun hâlâ çoğunluğu var. Fakat özellikle Finans Bakanı koalisyondan gerçekten ayrılırsa, bu, Netanyahu'yu çok zor bir durumda bırakacak ve muhtemelen erken seçimlere zorlayacak. Erken seçimlere zorlaması da Netanyahu'nun hiç istemediği bir durum. Bu, Netanyahu'yu politik olarak çok zor bir durumda bırakacak.
Hatırlarsan bunu hep konuşmuştuk, Netanyahu mümkün olduğunca koltuğunu korumak istiyor. Çünkü yolsuzluk dosyaları söz konusu, yargıyla başı dertte ve siyasi olarak da çok iyi bir durumda değil. O nedenle şu noktada bir erken seçimi isteyecek durumda değil. Bu koalisyon partnerlerinin ayrılmasının ve ayrılmakla tehdit etmesinin sebebi, Hamas ile bir ateşkes anlaşmasına varılmış olması. Bundan hiç memnun değiller. Bu koalisyon partnerleri, Batı Şeria'nın da işgalini savunuyorlar ve Gazze'de de Hamas’ın bütünüyle bitirilmesini ve Gazze’ye yerleşkecilerin yerleştirilmesini istiyorlar. Yani son derece radikal bir ajandaları var. Bu noktada, Netanyahu’nun bu taleplere karşı eli gerçekten çok zayıf. O nedenle de bence ateşkes imzalanmasının hemen ardından Batı Şeria'daki İsrail Ordusu’nun şiddet eylemleri sürdü. En son 14 yaşında bir çocuğu vurduğunu gördük çıkan haberlerde.  Oradaki Filistin mahallelerine yerleşkecilerin saldırıları var, polis ve asker hiçbir şey yapmıyor. Batı Şeria'daki şiddet olaylarının tırmanmasının sebebi de Netanyahu'nun koalisyon ortaklarına “Bakın, Gazze’de elimiz mecburdu, Trump bizi zorladı ve böyle bir ateşkese ‘evet’ dedik. Fakat Batı Şeria'da operasyonlarımızı yoğunlaştırıyoruz” mesajını vermesi. O yüzden ben bugün Gazze'deki ateşkesin çok kırılgan olduğunu düşünüyorum. Zaten ateşkes imzalandıktan bir gün sonra, İsrail, Gazze'de 16 yaşında bir silahsız çocuğa ateş etti. Çok durum çok kırılgan bir zeminde ilerliyor. Bu ilk aşama geçilse bile çok daha sorunlu olabilecek ikinci aşama var. O ikinci aşama da Gazze’yi kimin yöneteceği meselesi. Dediğim gibi, Netanyahu bu kadar radikal unsurlar tarafından baskı altındayken, orada taviz vermesi çok daha zor görünüyor.

Ruşen Çakır: Ömer, Türkiye'de, özellikle Filistin meselesini sahiplenen İslami kesimde, bu, Hamas'ın bir başarısı gibi olarak sunuluyor. Katılıyor musun? Hamas mı mecbur kaldı, İsrail mi?
Ömer Taşpınar: Hamas’ın, İsrailli üç rehineyi serbest bırakılmasının görüntüleri dünyaya şöyle verildi: Hamas militanları orada “Biz ayaktayız” mesajını verdiler. Hâlâ mevcut olduklarını, yıkılmadıklarını, CNN üzerinden İsrail ve dünya televizyonlarına bir tür propaganda gibi verdiklerinde, “Hamas'ı yıkmak istediniz ama Hamas askerleri hâlâ burada” mesajını verdiler. Bu savaşın amacı Hamas'ın yok edilmesi idiyse, Hamas bir siyasi örgüt olarak ve bir ideoloji olarak yok edilemedi. Fakat kısmi bir yok ediliş, neredeyse kısmi bir soykırım olarak, 45-50 bin arası Filistinli sivil öldü. Günde 100-150 olan ölü sayısını haber kuruluşları artık neredeyse önemsememeye başlamıştı. Bugün ateşkesin sağlanmasıyla, en azından belirli bir oranda insani yardım girmeye başladı. Bir normalleşme olmayacak, orası kesin. Gazze yerle bir oldu, toparlanması mümkün değil. Fakat eğer İsrail'in savaştaki nihai amacı Hamas'ı bütünüyle yok etmek idiyse, Hamas en azından hâlâ bazı askerlerini kameralar önüne çıkararak ‘’ben buradayım’’ diyebiliyor. Hâlâ roket atabilirler mi, savaş altyapısı var mı? Hayır, yok. Ama İsrail'deki tartışmalarda, Netanyahu'nun, aslında Trump tarafından bu ateşkese mecbur bırakıldığı konuşuluyor. İsrail'in, özellikle Philadelphia Koridoru ve Refah Sınır Kapısı’nı elinde tutamıyor olması, uzun dönemde, Hamas'a yine askeri desteğin gelebileceği ve Hamas’ın tekrar kendini kurabileceği yönünde yorumlara da yol açıyor. O nedenle Netanyahu'yu eleştirmek isteyen daha radikal, daha faşizan kesimler “Hamas'ı yıkamadın, Hamas hâlâ ayakta” argümanıyla Netanyahu'ya saldırabilir.
‘’Bugüne nasıl geldik?’’ kısmına gelecek olursak, bugüne Trump kazanmasaydık gelemezdik, orası kesin. Biden yönetimi kendi dinamikleriyle bunu yaklaşık 1 yıldan beri kotarmaya çalışıyordu, ama bunu başaramadı. Her ne kadar Biden kendine pay çıkarmaya çalışsa da şu anda bu ateşkes, bir bakıma Trump'ın başarısı olarak görülebilir. Fakat bu kısa soluklu bir başarı bu, barışı getirecek bir başarı değil. Biden yönetimi, Batı Şeria'daki toprak çalan yerleşkecilere belirli yaptırımlar getirmişti, Gönül’ün anlattığı gibi, dün, Trump bu yaptırımları bir kalemde sildi. Dolayısıyla, Trump'ın, İsrail'in Batı Şeria’da işgalci politikasına desteği devam edecek. “Trump geldi, Ortadoğu'ya barış geliyor” demek için şu anda çok erken.

Ruşen Çakır: Evet, biraz Suriye’yi konuşalım. Türkiye'de Suriye'yi bir tek Kürtler bağlamında konuşuyoruz, ki o da azaldı sanki. Bir ara askeri operasyon çıkışları vardı, ondan da pek söz edilmiyor. Mazlum Abdi ile Mesut Barzani'nin Erbil’de görüşmesi çok önemliydi ama genel olarak Suriye, Türkiye'nin gündeminden düştü. Amerika Birleşik Devletleri’nde de medya ve diğer şeyler Suriye'yi takibi bıraktılar mı? Çok bir sorun da yaşanmıyor ve işler normal gidiyor gibi bir hava mı var orada?
Gönül Tol: Aslında Amerikan Kongresi nezdinde Suriye hâlâ çok önemli. Ben bu sabah Kongre’deydim; Senatör Chris Murphy'nin dış politika ekibiyle görüştüm. Bana ilk sordukları şey Suriye'ydi ve “Biz çok yakından takip ediyoruz ve özellikle bizim gibi bütün dış politikayı izleyen senatörler, Kongre üyeleri Suriye'yi çok yakından takip ediyor. İlerleyen günlerde bu, bizim öncelikli olarak izlediğimiz dış politika konularından biri olacak” dedi. Dolayısıyla Suriye konusu unutulmuş değil. Zannediyorum geçen hafta bunu da konuşmuştuk. Türkiye açısından önemli bir durum var. Esad'ın resimden çıkmasından sonra, Türkiye, Erdoğan, Suriye'nin kazananı olarak gösterildi ve pek çok açıdan da öyle. Erdoğan açısından, Esad’dan sonraki Suriye pek çok risk barındırıyor, fakat daha çok fırsat barındırıyor ve Türkiye bu fırsatları kullanmaya çok kararlı. Ancak, risklerden biri ve Erdoğan'ın buradaki kazanımlarını sınırlandırma potansiyeli olan gelişmelerden bir tanesi, Körfez ülkelerinin, özellikle Arap ülkelerinin, Türkiye'nin, Suriye'nin yeni patronu olmasından son derece rahatsız olması.
Hatırlarsan, Suriye Zirvesi, Suudi Arabistan'da Riyad'a yapılmıştı. Normal şartlarda Erdoğan bu kadar önemli ve bütün dünyanın gözlerinin üzerinde olduğu bir zirveyi Suudi Arabistan'a kaptırmak istemez. Fakat muhtemelen buna mecbur kaldı. Neden? Birincisi, Suriye'nin yeniden inşası için Suudi Arabistan'ın ciddi bir yatırım yapması ve ciddi bir finansman sözü vermesi gerekiyor. Türkiye'nin böyle bir gücü yok. Bu nedenle, Türkiye, Suudi Arabistan'ın bu konuda daha göz önünde bir rol oynamasına mecbur kaldı. Diğer taraftan, Türkiye de Körfez’le ilişkilerin normal seyretmesine muhtaç. Körfez ülkeleri Erdoğan açısından ciddi bir finansman kaynağı. Özellikle Batı’dan yatırımın gelmediği bir konjonktürde, bu ülkelerle iyi ilişkileri devam ettirmek Erdoğan açısından önemli. Bu ülkeler de Suriye'ye baktıklarında şunu görüyorlar: ‘’Suriye bunca yıl İran'ın etki alanında oldu ve biz bundan çok rahatsızdık. Şimdi artık Suriye içerisinde İran problemi çözüldü, bir Türkiye problemi yaşamak istemiyoruz” diyorlar.
Benim gördüğüm kadarıyla Heyet Tahrir el-Şam, Şam'daki yeni aktörler de ellerindeki artı çok zekice oynuyorlar. Onlar da Türkiye'nin bütünüyle etkisi altında bir aktör olarak görünmek istemiyorlar. Bu nedenle Ahmet eş-Şara da ilk dış seyahatini Körfez ülkelerine yaptı ve Körfez ülkelerine “Biz Türkiye'nin küçük kardeşi değiliz. Bizim kendi çizmek istediğimiz bir yol var. Her aktörle çalışmak istiyoruz, ama her aktöre de eşit mesafede olmak istiyoruz” mesajını veriyor. The Economist’in bir haberine göre, Türkiye aslında yeni Suriye Ordusu’nun modernizasyonu ve eğitimi konusunda başat bir rol oynamak istemiş, fakat bir başka bölge ülkesi çok daha iyi bir teklif vermiş. Bunu bir alıntı olarak aktarayım: Şam'da konuşan yetkililerden bir tanesi “Daha iyi bir teklif verdi” diyor. Bu da aslında Türkiye’nin Suriye'de neden biraz arka planda kaldığını anlatan bir durum. Çünkü Suriye'de, Esad'ın devrilmesini izleyen ilk günlerdeki kadar bir zafer havası yok. Türkiye dikkatli ilerlemek zorunda. Bir taraftan, kendi bölgesel ilişkilerini rayında tutmak istiyor, Körfez ülkelerini ürkütmek istemiyor. Diğer taraftan, Şam'daki yeni yönetim gerçekten her aktörle eşit mesafede olmak istiyor. Erdoğan bundan istediği oranda bir diplomatik rüzgâr devşiremedi.

Ruşen Çakır: Ömer, Suriye Dışişleri Bakanı’yla, İngiltere Eski Başbakanı Tony Blair, Davos’ta baş başa bir oturum yapacaklarmış. Davos, dünyada liberal ekonominin en önemli zirvesi. Türkiye için ayrı bir anlamı var. Bu kadar hızlı bir şekilde Tony Blair ile aynı masada oturup konuşacak bir duruma gelmiş olmaları çok çarpıcı değil mi?
Ömer Taşpınar: Suriye'nin, İran ve Rusya’ya 30 milyar dolar borcu var. Merkez Bankası'nda maaşları ödeyecek para yok. Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan Şeybani, Davos’ta Financial Times gazetesiyle bir söyleşi yapıyor ve “Özelleştirmeye gitmemiz lazım” diyor.

Ruşen Çakır: Özelleştirme derken?
Ömer Taşpınar: Dışişleri Bakanı “Suriye'ye dış yatırım çekmemiz gerekiyor, kaynaklarımızı özelleştirmek istiyoruz. Suriye yıllarca sosyalist bir güvenlik sistemi altında yönetildi. Bugün artık özel sektörün rol oynayacağı, piyasa ekonomisi ve dış yatırım çeken özelleştirmelerin olacağı bir Suriye istiyoruz” mesajını veriyor Financial Times'a. Davos'ta da bu mesajı veriyor. Ama şu anda yaptırımlar var. HTŞ hâlâ terör örgütü olarak kabul ediliyor ve o yaptırımların bir an evvel kaldırılması gerekiyor. Suriye yatırım yapılacak bir halde değil. Suriye'de ne olup ne biteceği, siyasi ve güvenlik riskleri, kurumların varlığı, mülkiyet yasaları, hukuk düzeni gibi şeylerin hiçbiri ortada değil. Ama Suriye'nin dünyaya vermeye çalıştığı mesaj “Yatırıma açığız, buraya gelin konuşalım. Paraya ihtiyacımız var.” Peki Türkiye'nin parası var mı, Türkiye şu anda para yatırabilir mi?

Ruşen Çakır: Öyle bir şey yok.
Ömer Taşpınar: Yok. Dolayısıyla, Suriye paranın olduğu yere gitmek zorunda. Suriye, Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Katar'a ve Suudi Arabistan'a gitmek zorunda ve uzun dönemde, eğer kalkınmak istiyorsa Batı’ya, Davos'a, Avrupa Birliği'ne, Amerika'ya, Dünya Bankası'na, IMF’ye gitmek zorunda. Aslında Suriye dünya gündeminden yavaş yavaş düşüyor. Çünkü Suriye bir nevi normal bir ülke haline gelmeye çalışıyor. Ama dünyada o kadar çok şey olup bitiyor ki. Bir kere, Suriye'deki dinamikler dışında dünyada çok daha ciddi krizlerin olduğu yerler var. Yanı başında, Doğu Afrika'da, Sudan'da bir iç savaş var; o iç savaşta 200 bin kişi öldü Sudan’da. Dünya Sudan'ı doğru dürüst konuşmuyor ama Sudan dünya gündemine girmeye çalışıyor. Gazze'yi bile doğru dürüst konuşamıyoruz ki. Böyle bir ortamda, Suriye gündemden düşmemeye çalışıyor, “Ben buradayım” demeye çalışıyor. Bir şekilde Davos'a gidiyor, bir şekilde Körfez ülkelerine gidiyor ve para bulmaya çalışıyor. Çünkü İran'a ve Rusya’ya 30 milyar dolar borcu var.
Gönül Tol: Suriye’yi yeniden inşa etmek için 500 milyar dolara ihtiyaç var.
Ömer Taşpınar: Evet, bu paralara ihtiyaç var. Ama ortada ödenmesi gereken de bir borç var, o borçların ertelenmesi gerek. Sonra da nereden para gelecek? Türkiye de ‘’para bulunsun da bizim inşaat şirketleri içeri girsin, biz de iş yapalım’’ diye burada bekliyor. Şu ortamda Gönül’ün söylediği şey çok önemli. Financial Times “Türkiye'nin etkisi nedir?” diye soruyor. Suriye Dışişleri Bakanı “Türkiye'den biz emir almıyoruz. Biz Türkiye'nin herhangi bir şekilde vesayetinde değiliz” diyor. Türkiye ile arasına neredeyse bir mesafe de koymaya çalışıyor. Çünkü dünyanın gözünde, bir şekilde oraya bir para koyarsa, bütün bu paralar Türkiye'ye gider imajını da vermek istemiyor. “Buraya yatırım yapılmalı, Suriye yeni bir döneme başlıyor, özelleştirme yapmak istiyoruz” diyor. Bütün bunlar niyet belirtisi. Ama ortada yatırım yapılabilecek bir Suriye ekonomisi, yaptırımlardan kurtulmuş bir Suriye, terör örgütü tanımlamasının dışına atılmış bir HTŞ hükümeti henüz yok. Suriye bu yönde ilerlemeye çalışıyor ve elinden geldiğince de meşruiyet kazanmaya çalışıyor. Davos, Suriye ve Suriye Dışişleri Bakanı için, Tony Blair ile aynı platformda olmak bir meşruiyet kazanma çabası dış yatırımcıların gözünde. Ama ben dış yatırımcı olsam, herhalde bugün en son para yatırmayı düşüneceğim yerlerden birisi Suriye olur.

Ruşen Çakır: Ben de katılıyorum ve şu anda Amerika Birleşik Devletleri'ne de yatırmayı düşünmüyorum. Gönül, Trump fırtına gibi başladı, değil mi? Paris Anlaşması’ndan çıktı, Kongre baskıncılarına af getirdi, göçmen konusunda daha ilk günden birtakım çok sert ve radikal adımlar attı. Bir yığın detay var. Bu tempoyla giderse bayağı bir şeyler değişecek. Neler oluyor, neler olacak bundan sonra? Trump bu hızla gidecek mi?
Gönül Tol: O konuya girmeden önce Ömer'in söylediklerine bir şey ekleyeyim. Suriye mevzusunda önemli bir gelişme var. Biliyorsun, Tartus Limanı Rusya için çok önemli. 2019'da Suriye ile bir anlaşma imzalamıştı ve orada bir Rus şirket o limanın işletmesini yönetiyordu. Şam'daki yeni yönetim bu kontratı yenilemedi. Bu ne demek oluyor? Esad'ın düşmesinden hemen sonra yaptığımız programda ben “Oradaki limanları kaybederse, bu Rusya için çok uzun soluklu sonuçlar doğurabilir” demiştim. İşte bunlardan birini görüyoruz. Liman gelirlerinin normalde %65'ini bu Rus firma alıyordu, geriye kalan %35'ini Şam alıyordu. Şimdi bu kontratın sona erdirilmesiyle birlikte, bu gelirlerin tamamını almayı hedefliyor ve oradan gelen gümrük vergilerini %60'a düşürmeye çalışıyor. Kısaca finansal meseleler çok öncelikli ve bunun için hızlı adımlar atıyor. Onu da eklemek lazım. Rusya'nın Suriye'de azalan etkisini göstermesi açısından da bu önemli.
Evet, Trump fırtına gibi başladı. 100'e yakın kararname imzaladı. Bunların hepsinden bahsedecek vakit yok, fakat bu imzaladığı Başkanlık kararnameleri ile kampanya sırasında verdiği sözlerin hepsini gerçekleştirmeye çalıştı. Bunların bir kısmı muhafazakâr bir gündemle örtüşüyor, bir kısmı da popülist söylemlerini gerçekleştirmeye yönelik attığı adımlar. Biden'ın Başkanken imzaladığı 78 kararnameyi feshetti. Bunların içerisinde yine benim ilgimi çekenlerden bir tanesi Ortadoğu'yu ilgilendiriyor. Biden yönetimi, Batı Şeria'da, özellikle oradaki Filistin halkına şiddet uygulayan yerleşkecilere yaptırım kararı almıştı, bunun hiçbir etkisi olmadı, fakat yine de sembolik olarak bir önemi vardı. Trump'ın bunu feshetmesinin de sembolik bir önemi var. Açıkçası beni şaşırttı, çünkü kampanya sırasında Netanyahu'ya çok sık “Suriye'de, Batı Şeria'da ve Lübnan'da sükûnet istiyorum. Amerika içerisinde yapacak çok ciddi işlerim var, çatışma istemiyorum” demişti. Ama ilk geldiğinde yaptığı şeylerden bir tanesi, bu yaptırımı kaldırmak oldu.
İkincisi, Biden giderayak, Küba'yı teröre destek veren ülkeler listesinden çıkarmıştı, Trump o kararnameyi de feshetti. Bir diğerine baktığımızda, senin söylediğin gibi, Kongre baskınına karışan, bundan hüküm giyen binin üzerinde insana af getirdi. Cinsiyet vurgusu yaptı ve “Federal hükümet olarak biz sadece kadın ve erkek olarak iki cinsiyet kabul ediyoruz” dedi. Biden yönetimi sırasında bu konuda çok adım atılmıştı ve bürokraside, mesela trans bireyler askere alınıyordu. Bütün bunları geri çevirmeye yönelik adımlar atıldı. Zaten bu kampanya sırasında bunun mesajını vermişti. Kültürel olarak çok daha muhafazakâr, Biden yönetiminin attığı progresif görülen adımları geri çevirmeye yönelik bir dizi adım attı. İlk günden bu adımların devam edeceğini görmek mümkün. Dünya Sağlık Örgütü’nden ve Paris İklim Anlaşması'ndan çekildi. Bunlar da uluslararası kurumları, II. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan uluslararası düzeni sekteye uğratacak şeyler. Özellikle Dünya Sağlık Örgütü’nden çekilmesi beni endişelendirdi. Çünkü Dünya Sağlık Örgütü’nün bütçesinin ciddi bir kısmı Amerika'nın fonlarıyla karşılanıyor ve eğer bu fonlar kesilirse, işleyiş sekteye uğrayabilir. Paris İklim Anlaşması'ndan çekilmesi de şaşırtıcı değil. Fakat bu hemen hayata geçirilmeyebilir, en az 1 yıl sürecek bir süreç. Bu da yine beni endişelendiren durumlardan bir tanesi. Çünkü sera gazı emisyonlarının global düzeyde %11'ini Amerika salıyor. Çin'den sonra kirliliğe en çok katkı veren ülke Amerika. Amerika'nın bu anlaşmadan çekilmesini de çok problemli buluyorum.
Onun dışında, Güney Meksika sınırında ulusal acil durum ilan ederek, Pentagon'un personelinin ve kaynaklarının, duvarın inşası gibi konularda sınır güvenliği için kullanılmasının önünü açtı. Göç meselesi zaten kampanyada da çok önemli bir rol oynamıştı. Sadece illegal, yasal olmayan göç değil bu arada. Trump'ın aldığı kararlar, yasal göçü ve bazı Müslüman ülkelerden gelecek insanların girişlerini de sınırlandıracak büyük kararlar oldu. Böylece, “Kampanya sırasında verdiğim bütün sözleri yerine getiriyorum” mesajını vermiş oldu. Bu arada Kanada'ya ve Meksika'ya %25 gümrük vergisinden bahsediyor. Yani kampanyada söylediği her şeyi yapma niyeti olduğu görülüyor. Trump, 20 Ocak'ta yemin ettiği andan itibaren, bürokrasideki bütün işe alımları durdurdu. Şimdi herkes bürokraside de çok büyük bir çalkalanma bekliyor. Çok işten çıkarılma olacak ve ciddi bir siyasallaşma olacak. Her gelen başkan, bürokrasiye belli ölçüde kendi ekibini yerleştirir. Fakat bunun makûl bir oranı vardır. Yapılan çalışmalar onu gösterir. O oranın çok daha fazla üstüne çıkılacağı anlaşılıyor.

Ruşen Çakır: Bürokrasi derken, bu işlerin başına Elon Musk getirildi, değil mi Ömer? Bürokrasiyi ıslah edecek olan kişi. Nazi selamı verdi diye bayağı konuşuluyor. Kendisi o konuda bir açıklama yaptı mı, farkında değilim ama önümüzdeki süreçte çok konuşulacak anladığım kadarıyla.
Ömer Taşpınar: Evet, Elon Musk'ın görevi bürokrasi değil de devlet harcamalarını gözden geçirip, bir şekilde devlet kurumlarında reform yapmak, harcamaların azaltılmasını sağlamak, devlette daha verimlilik kazanma yönünde adımlar atılması. Devleti daha iyi işleyebilir hale getirme konusu, aslında Al Gore döneminde bile başlamış, Clinton döneminde bile gündemde olan bir mesele. Bunun başına, Silikon Vadisi’nden, teknoloji imajı olan ve Amerika'nın en zengin kişisinin getirilmesi, Elon Musk'ın, Trump üzerinde çok etkili olduğu görüşünü de beraberinde getiriyor. Bu bahsettiğin selam tabii ki sosyal medyada epeyce gündeme geldi. Bana da Gönül gösterdi. Elon Musk, sonradan o bölümünü silmeye çalışmış galiba. Bunun optik olarak bir Nazi selamı gibi gözüktüğünün kendisi de farkında. Fakat istediği kadar silmeye çalışsın, Elon Musk'ın Avrupa'daki siyasi ortama müdahalesine baktığımızda, Avrupa'daki bütün faşist partileri destekleyen bir söylemi var zaten. Almanya'da, İngiltere'de, Hollanda'da bütün ırkçı, yabancı düşmanı ve aşırı sağ partileri, bir şekilde ‘’sistemi ve Batı’yı istiladan kurtaracak olan partiler’’ olarak tanımlayarak, onları korumaya çalışan bir söylemi var.
Geçen programda da bahsetmiştim: Trump hareketi bir koalisyon. Elon Musk da teknolojiyi, sermayeyi ve Silikon Vadisi’ni temsil eden sembolik bir isim. Bunlar aslında Çin'le ilişkilerde, küreselleşme konusunda Trump'ın milliyetçi tabanından farklı düşünen insanlar. Mesela Çin'den öğrenci gelmesine karşı çıkmıyorlar, yabancı vizelerine karşı çıkmıyorlar, dışarıdan bilgisayar ve teknoloji konusunda daha yetenekli öğrencilerin Amerika'ya gelmesini sağlayacak vize sistemlerine karşı çıkmıyorlar. Silikon Vadisi‘ndeki isimler, daha küreselci bir bakış açısına sahipler. Ticaret konusunda biraz daha serbest ticarete yatkın isimler. Bunlar, Demokratlara oy veren isimlerdi. Onlar da şu anda koalisyonun parçası. Trump hareketi içinde, eklektik ve nereye gideceği belli olmayan bir koalisyonla karşı karşıyayız. Gönül’ün anlattığı gibi, Trump, şu anda dünyaya da Amerika'ya da “Artık iyi bir şerif var ve eski düzen bitti. Benim altımda bir sürü yeni yeni politikaya başlayacağız” mesajını tam gaz vermeye başladı.
İki şey belirteyim: Bir tanesi, Trump kürtaj konusunda radikal bir adım atmadı. Çünkü kürtaj konusu belli ki hâlâ Amerika'da hassas bir konu. Biliyorsun kürtaj bütün Demokratların ‘’seçimleri o sayede kazanabiliriz’’ dediği bir konuydu. Amerika'yı belki de hiçbir konuda olmadığı kadar kutuplaştıran bir konu. Trump orada bir kanun hükmünde kararnameye girişmedi, o konuda sessiz. İkincisi, Ukrayna konusunda herkese “Putin'le konuşsam, bir günde bu savaşı bitiririm” diyordu. Orada da yeni takvim 1 gün değil, 100 gün. “100 güne ihtiyacım var” diyor. Bu konuda delege ettiği bir danışmanı var, o, Ukrayna ve Rusya'yı bir masaya getirmeye çalışacak. Orada da bir takvime yaymış durumda.
Bütün bunlar dışında bütün dünya artık yepyeni, sert, bilinmez, kaotik ve serseri mayın gibi her tarafa gidebilecek bir Amerika'yla karşı karşıya. Burada belki de insanları birazcık teskin edici mesele, Dışişleri Bakanı’nın Marco Rubio gibi dengeli bir isim olması. Marco Rubio, Senato tarafından çok çabuk bir şekilde kabul edildi ve görevine başladı. Komite’de Marco Rubio'nun Dışişleri Bakanı olmasına bir kişi bile karşı çıkmadı. Son derece güven telkin eden bir isim. Bu kabine içinde onun olması, bir bakıma bir şans olarak gözüküyor. Zira Savunma Bakanı Pete Hegseth de kesinlikle aynı derecede güven telkin eden birisi değil ve kutuplaştırıcı bir isim. Dün Biden döneminden Demokratlarla konuştuğumda, hepsi büyük bir kötümserlik içinde. Şu anda Amerika'nın yepyeni bir karanlık döneme girmesi ve ülkenin çok kutuplaşacak olması nedeniyle de bir moral bozukluğu içindeler. Bir kesim her zaman olduğu gibi pılını pırtısını toplayıp bu ülkeden gitmeyi bile düşünüyor.

Ruşen Çakır: Ama geçen sefer Kanada'ya kaçmıştı bazıları, şimdi Kanada da eyalet oluyormuş. Gidecek pek yer yok.
Ömer Taşpınar: Gidilecek yerler daha çok Fransa, İngiltere. İngiltere'de Boris Johnson yok artık. İngiltere atlattı. İngiltere Amerika gibi tekrar Boris Johnson dönemine dönmedi. Avrupa'da da bir nevi farklı bir hava var. Avrupa da yeni Trump dönemine hazırlanıyor, ama moraller çok bozuk, kutuplaşma hali var, ne olacağı belirsiz. Trump'ın rövanşist ve sert bir şekilde geldiği çok belli. Kendisine çok daha bağlı bir bürokrasi, kendisine çok daha itaat etmeye niyetli, daha profesyonel olabilecek bir bürokrasi. Bir önceki dönemde yaptığı bazı hataları tekrar etmeyecek, kendilerine olan bütün direnişi bir ‘’derin devlet direnişi’’ olarak görüp, onları bertaraf etmeye çalışacak. Devletteki kadrolu elemanları sözleşmeli hale getirip bir an evvel kovmak ve Pentagon’da da dahil istediklerini yapmak istiyorlar.
Benim korkulu rüyam, kötü bir not olacak ama onunla bitireyim: Buna karşı toplumsal bir direniş başlarsa, yarın öbür gün Amerika'da George Floyd olayında olduğu gibi, bir polis tarafından öldürülecek bir siyahi vatandaş, toplumsal bir dalga oluşturursa ve halk toplumsal bir dalgayla sokağa çıkarsa, Trump çok kolay bir şekilde Pentagon’u, askeri, devreye sokmaya çalışmak isteyecek. Pete Hegseth’in başında olduğu, generallerin ‘hayır’ diyemeyeceği bir Pentagon’da, halkla asker karşı karşıya gelir mi, neler olur? Bu tür karanlık senaryolardan bahsedebileceğimiz bir Amerika’ya doğru bile gidiyor olabiliriz. O nedenle, bence Amerika zor bir döneme giriyor. Allah sonunu hayırlı etsin.

Ruşen Çakır: Evet, kendinize mukayyet olun diyeyim ve çok teşekkürler. Bu hafta Transatlantik’i burada noktalıyoruz. Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’a çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.
 



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
26.01.2025 Çözümsüzlük için Kandil’den medet ummak
22.01.2025 Transatlantik: Trump nasıl başladı? | Unuttuğumuz Suriye | Gazze ateşkesi
19.01.2025 Bir türlü başlayamayan Erdoğan-İmamoğlu savaşı
19.01.2025 Eski PKK yöneticisi Nizamettin Taş: “Kürtler açısından önemli olan PKK’nin silah bırakması değil Suriye’deki kazanımların korunması”
17.01.2025 Haftaya Bakış (250): Boğaziçi direnişinin 1000.günü | CHP'nin iktidara cevabı | Yeni çözüm sürecinin gidişatı
15.01.2025 Transatlantik: Gazze'de ateşkes süreci | Trump'ı beklerken | Yeni Suriye'nin inşası
14.01.2025 Mehmet Altan ile Türkiye’nin Gidişatı (5): Suriye'de işler nasıl gidiyor? Yeni Çözüm Süreci'nin gelişimi & Trump'ı beklerken
12.01.2025 Kürtler Türkleri “satışa” mı getiriyor?
10.01.2025 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Erdoğan ve AKP'ye Suriye dopingi
10.01.2025 Haftaya Bakış (249): Özel'in kırmızı kartı | Akdeniz Belediyesi'ne kayyum | Ülkücülerin Öcalan kavgası
26.01.2025 Çözümsüzlük için Kandil’den medet ummak
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı